Sunday, September 28, 2014

Annelik

İnsan sevdiği şeye emek harcar, ama bunun tersi de doğru: İnsan emek harcadığı şeyi sever.

Anneliğin bir gözle görülen bir de görülemeyen tarafı var. Gözle görülen tarafı maddi dünyayla ilgili: Mobilyasından pusetine, pompasından sterilizatörüne, küvetinden araç koltuğuna, müzikli ana kucağından oyuncaklarına, tulumlarından bezlere ve ıslak mendillere ve bakım örtülerine ve merhemlere ve gaz damlalarına ve vitaminlere kadar bir sürü şey. Doğum yapılacak hastane, doğumu yaptıracak doktor, çocuk doktoru, hastane odası süslemecisi hep özenle seçilmeli. Ağırlanan misafirler ve gelen hediyeler ve paylaşılan yüzlerce fotoğraf. Meme ucu çatlakları ve ameliyat dikişleri. Emzirirken ve uyutmaya çalışırken geçirilen saatler. Radyodan aspiratöre ve saç kurutma makinesine, sakinleştirme taktikleri. Aydan aya bebek gelişim grafikleri.

Bütün bu 'şeylerin' ardında yatan, insanın bu şeylerle uğraşırken her zaman üzerinde düşünmeye fırsat bulamadığı şey ise şu: Annenin hayatı, kökünden ve geriye dönüşsüz olarak değişmiştir. İnsanın hayatını geriye dönüşsüz olarak değiştiren bir tek doğumlar ve ölümler var sanırım. Yirmili yaşlarının büyük bölümünü yalnız başına, çalışarak, pek kimseye müdanası olmadan geçiren, buna karşılık bir evi çekip çevirmek konusunda tecrübesiz ve bunu o ana kadar sorun etmemiş eğitimli ve şehirli kadın, hiç fikir sahibi olmadığı çocuk bakımı işi karşısında anneler ve/veya bakıcı hanımların yardımına muhtaç hale gelmiştir. Buna karşılık, hamileliğinden önce kendisini tanıtması istense ilk başta sayacağı işinden ve ilgi alanlarından, kendini başarılı ve özel hissettiren uğraşlarından vazgeçmiştir. Bir arkadaşıyla buluşmak ya da bir sergiye gitmek bir yana, zaruri bir ihtiyacı için bile evden çıkacak olsa, bebeğinin kendisinin yokluğunda ne yaptığını merak edecek, en kısa zamanda eve dönmeye çalışacaktır. (Tabii ki kadının o güne kadar sürdüğü hayatın onun için ya da herhangi biri için yeterince özel ve anlamlı olup olmadığı tartışılabilir - kadın bir eksiklik hissetmiş ki anne olmaya karar vermiş denebilir. Ancak bu hayatın kuşkusuz kadını iyi hissettiren, vazgeçmek istemediği yanları vardı.) Yani o güne kadar oluşturmak için çok çabaladığı 'kimliğini' bir kenara koymuş, şimdiye kadar eğitim ve iş hayatında harcadığı emekle doğrudan bağdaşmayan yeni bir kimlik kazanmıştır: annelik. Kadın bir yandan iyi bir anne olmak için gerekli vasıfları vakit kaybetmeden edinmek için çırpınırken (çünkü kendisine şu anda muhtaç bir bebek var!), bir yandan da sonunda iyi bir anne olsa bile bunun onu tek başına tatmin etmeyeceğini bilmektedir. Bütün bunlar, kadının eşiyle ilişkisini de etkileyecekir: Kadın-erkek eşitliğine inanan kadın, kendi hayatındaki değişim ile eşinin hayatındaki değişim arasındaki dengesizlik karşısında öfke duymaktadır. Üstelik çocuk ve ilişki için daha büyük fedakarlık yapan o olmasına karşın, onu çekici kılan özelliklerini yitirdiğini ve 'sıradan bir anne'ye dönüştüğünü hissetmektedir.

Anneliğin tabii ki güzel yanları da var. İnsanın içinden bir insan çıkarması, onu sütüyle besleyip büyütmesi, bebeğin her geçen gün sanki programlanmış gibi yeni şeyler öğrenmesi, yeni beceriler kazanması aslında çok acayip şeyler. Bebeği kucağında tutarken, onu severken insan bazen (çok yorgun olmadığı zamanlarda) öyle bir şaşkınlığa, mutluluğa, sevince kapılıyor ki, yukarda anlattığım şeylerden hiçbiri aklına gelmiyor. Ona büyüklerin sevgisine, iyi niyetine bu kadar muhtaç olduğu için acıyor. Sürekli bir zarar gelir diye endişe ediyor, olabilecek her şeye karşı kendini suçluyor. Daha önce hiçbir şeyde bulamadığı anlamı hiç düşünmeden bebekte buluyor. Bu dünyaya bir bebek getirmiş olmakla iyi bir şey yapıp yapmadığını sorgulamıyor. Bencillikse bencillik. Hiçbir anını kaçırmamak, onu hiç kimseyle paylaşmamak istiyor. Hatta daha önce değişik şeylere dağılmış dikkati bebekte toplandığı için belki de biraz marazi bir sevgi duyuyor.

Yani bende öyle oldu...