Wednesday, July 17, 2013

Mesele sadece ağaçlar ya da yaşam tarzına müdahale değil


Gezi Parkı Direnişi ve vahşi polis müdahalesi hakkındaki analizleri okurken olayları “laikçilere karşı İslamcılar” zıtlığı ile açıklama çabası görüyorum. Göstericilerin çoğunun eğitim ve gelir düzeyi görece yüksek orta sınıftan, yani “Beyaz Türklerden” geldiği, özellikle gençleri sokağa çıkmaya yönelten en büyük sebebin kürtaj ve alkol gibi konularda yaşam tarzlarına müdahale olduğu söyleniyor. Başbakan olayları dış mihraklar ve “faiz lobisi” tarafından desteklenen bir sivil darbe girişimi olarak sunuyor. Panik içinde organize ettiği parti mitinglerinde protestoculara karşı haksız ve asılsız iddialar seslendirmekte hiçbir sakınca görmüyor.

Pek çok haber ve yorum, bir yandan Erdoğan’ın son zamanlardaki otoriter ve müdahaleci eğilimlerine dikkat çekerken, diğer yandan onu son on yılda askeri vesayeti sonlandırdığı ve ekonomiyi başarıyla yönettiği için övüyor. Erdoğan’ın başarılarından bu kadar emin olmak, protestoların gerçek nedenlerini gözden kaçırmak anlamına geliyor.

Erdoğan’ın askeri vesayeti nasıl sonlandırdığını hatırlamak gerek. Son on yılda sadece askerlerin değil, şu an hapishanelerde bulunan gazeteciler, akademisyenler, öğrenciler ve yerel siyasetçilerin pek çoğunun aleyhine kullanılan delillerin ve iddiaların yalan olduğuna dair yaygın bir kanı oluştu. Hapiste yatanların asker ya da Kürt siyasetçi ya da ulusalcı akademisyen ya da Öğrenci Kolektifleri üyeleri olması, hukuksuzluğu kabul edilebilir hale getirmiyor. Bu hukuksuzluğun ve onu yaratan nedenlerin (polis, hakim ve savcıların taraflı zihniyetleri ve HSYK’nın yeni yapısı) açıkça görülmesi gerekiyor. Güya “askeri vesayete” son verdiği için yeterince sorgulanmayan ve sorun edilmeyen hukuksuzluk, başbakanın Gezi Parkı direnişini açıklamak için yeni komplo teorileri ve “marjinal kesimler” icat etmesiyle herkesi ve herhangi birimizi vurmaya hazır vaziyette bir saatli bomba gibi ortada duruyor. Direniş sırasında ve 15 Haziran’daki polis müdahalesi sırasında gözaltına alınan göstericiler, avukatlar ve doktorlardan sonra gözaltıların dalga dalga sürmesi bekleniyor. Bir emniyet biriminin Twitter’ı incelemeye başladığı açıkça söylenebiliyor.

Nasıl Uludere gibi pek çok olayda sorumlulara hesap sorulmadıysa, göstericileri plastik mermilerle ve biber gazı kapsülleriyle vurarak ölümlere ve ağır yaralanmalara yol açan polislere, onlara talimat veren emniyet müdürü, vali, içişleri bakanı ve başbakana, sokaklarda sopalarla gezip insanları darp eden ve korku salan “sivillere” hesap sorulacağına da hiç kimse ihtimal vermiyor. Ethem Sarısülük’ü gerçek bir mermiyle vurarak ölümüne sebep olan polis 24 Haziran’da serbest bırakıldı. 28 Haziran’da ise Lice’de jandarma karakolu inşaatını protesto eden Medeni Yıldırım öldürüldü.

Analizlerde sorgulanmadan tekrarlanan ikinci argüman ise AKP döneminde ekonominin daha önce görülmemiş şekilde büyüdüğü. Yorumcular büyümenin nasıl elde edildiği ve sürdürülebilir olup olmadığıyla ilgilenmeden sadece büyüme rakamlarına bakıyorlar. Hükümet ekonominin rekabetçiliğini artırmaya yönelik yapısal reformları yapmak yerine, son sermaye çıkışlarıyla kırılganlığı bir kez daha kanıtlanan ithalat, tüketim ve inşaat merkezli bir büyüme modelini seçti. Hükümete yakın şirketler büyük altyapı ve kentsel dönüşüm projeleri ile sonradan emsal değerleri yükseltilen kıymetli arsaların ihalelerini alırken, şehirlerin her yerinde yeni konut ve alışveriş merkezi projeleri yükseldi. Projelerin çevreye, şehirlerin kültür mirasına, başka bölgelere taşınmak zorunda bırakılan insanlara ve geniş anlamda şehre etkileri yok sayıldı. Yukarıda tarif ettiğim hukuksuzluk ortamında bu projeleri denetleyebilecek hiçbir mekanizma kalmadı.

Hükümetin Gezi Parkı’na yapmayı düşündüğü alışveriş merkezi, bu kontrolsüz büyüme modelinin cisimleşmiş halidir, sembolüdür. Protestolar sadece bu projeyi değil, 29 Mayıs’ta temeli atılan üçüncü köprü, verimli vadilere yapılan hidroelektrik santrallar ve tarihi Emek Sineması’nın yerine yapılacak alışveriş merkezi gibi pek çok projeyi hedef alıyordu. Parktaki en büyük afişlerden birinde şöyle yazıyordu: “Mahalleme – meydanıma – ağacıma – suyuma – toprağıma – evime – tohumuma – ormanıma – köyüme – kentime – parkıma dokunma!”

Büyüme argümanını desteklemek için kullanılan göstergelerin yanıltıcı olabileceğini de eklemek gerekir. Örneğin, The Economist dergisi 8 Haziran sayısında çıkan makalesinde Erdoğan’ın başarılarını listelerken kişi başına düşen milli gelirin son on yılda üç katına çıktığını yazmıştı. 15 Haziran sayısında ise bu hesaplamanın cari değerlere göre yapıldığını, reel değerlere göre kişi başına düşen milli gelirin sadece %43 arttığını yazarak özür diledi. 2002’den bu yana milli gelir ortalama olarak %5 büyürken, kişi başına düşen milli gelir %3.6 artış gösterdi. Harvard Üniversitesi’nden Dani Rodrik 20 Haziran tarihli blog yazısında Türkiye’nin büyüme performansının gelişmiş ülkelere kıyasla iyi olduğunu, ancak diğer gelişmekte olan ülkelerle paralel gerçekleştiğini gösterdi. Üstelik ekonomik büyümeye büyük cari açık eşlik ediyordu. Para politikaları cari açığın milli gelire oranını 2011’de %10’dan 2012’de %6’ya düşürmeyi başardı, ancak bu sırada büyüme de %8.5’tan %2.2’ye düştü. Dış borcumuz 2012’de 130 milyar dolar iken 2012’de 337 milyar dolara ulaştı.

Başbakanın iddialarının aksine ne Gezi Parkı’ndaki direnişçilerin eylemleri sadece “samimi ve saf” bir çevre duyarlılığıyla açıklanabilir, ne de direnişçilere destek vermek için sokağa çıkanların öfkesi dindar olmayan insanların yaşam tarzlarına müdahale edilmesine gösterdikleri öfkeden ibarettir. Hükümet Gezi Parkı direnişinde ortaya konan öfkeyi de laiklik-İslamcılık karşıtlığı içine hapsetmeye çalışıyor, ancak protestoların temel nedeni Erdoğan’ın son on yılda izlediği politikalardır. Olayları gözlemleyerek analiz edenlerin basit açıklamaların ötesine bakmaları gerekir.

No comments: