Tuesday, September 21, 2010

İki post birden

1-Bir hikayenin peşinde (ya da hayat taammüden yaşanmaz)

Kahramanımız uçakta, normalde taşınmayı düşünmeyeceği bir şehirde, normalde çalışmayı aklına bile getirmeyeceği bir şirkette çalışan biriyle tanışır. Bir kaç ay sonra, bir arkadaşı ona bu şirketin iş ilanını yollar. Bu tesadüf kahramanımızı hemen ertesi gün başvuru yapacak kadar heyecanlandırır, ancak işe alınmaz. Bu ilana bu kadar ilgi olmasına şaşırmakla beraber (tahminleri ile gerçek dünya arasındaki mesafeden doğan böyle şaşkınlıklara alışkındır da, her seferinde şaşırır yine) zaten o şehre taşınmak istemediğinden, kendisine zorla çizdiği bu kaderden kurtulmak kahramanımızı gizlice sevindirir.

Kahramanımızın maceraları saymakla bitmez. Bir keresinde de tesadüfen uzaktan bir tanıdığıyla, bir hemşehrisiyle karşılaşır. Bu tesadüf, benzer geçmişler ve benzer planlar, hepsi ne kadar da anlamlıdır. Bir sabah bir şehirde rastgele yürürken tesadüfen görmek istediğimiz bir sokakla ya da heykelle karşılaşmak, nasıl o amaçsız yürüyüşü ışıltılı ve talihli yaparsa, sanki bu hikayenin böyle sonlanması da bütün bir yolculuğu daha anlamlı kılacaktır. Pek çok şey, hatta gerekirse her şey görmezden gelinebilir bu hikaye uğruna... Görmezden gelmenin mümkün olmadığı ana kadar.

Kahramanımız yıllardır bilmektedir ki halbuki, insan noktaları ileriye bakarak değil, ancak geriye bakarak birleştirebilir. Gerçi geriye bakarak birleştirdiğimiz, nereye vardığını bilerek anlam yüklediğimiz olaylar da, oldukları anda o manada değildiler. Belki kendiliklerinden oluvermiştiler, o kadar güzel ve doğaldılar ki meydana gelmek için bir hikayenin parçası olmalarına gerek yoktu.

2-Neden kurgu yazmalı?

Bir ara yazmıştım ki, insanın söylemedikleri ne kadar çoksa, söyledikleri o kadar eksiktir. Post-modernizm başkalarının gerçeğini anlayamayacağımızı iddia etse de, herkes kendi gerçeğinden sorumlu herhalde! Halbuki kendi gerçeğimizi bile şöyle bir bütün olarak algılamaktan aciziz. Bir seferde sırf bir, bilemedin bir kaç parçasına bakabiliyoruz. Bazı parçalara hiç bakmıyoruz, sanki onlar hiç yokmuş gibi davranıyoruz. Normal insanlar gibi yaşamımızı sürdürebilmek için de böyle yapmak zorundayız. Bazı parçaları mümkün olduğunca zihnimizden uzak tutarak.... Aklımıza gelmesinler diye kendimizi bir şeylerle meşgul ederek. Sırf bize kendimizi hatırlatıyorlar diye insanlardan kaçarak.

Ama bana öyle geliyor ki bazıları oyalanamıyorlar. Ne kendi gerçeklerini, ne başkalarının gerçeğini unutabiliyorlar, görmezden gelebiliyorlar. Ne böyle açık açık itiraf edebiliyorlar, ne kimseyle yüzleşebiliyorlar. Zaten kıyamıyorlar da yüzleşmeye, anlamaya çalışıyorlar. Sonunda ellerinde bir sürü parça, sanki bu parçalar gerçek değilmiş, gerçek olmayan insanlara aitmiş gibi yazıyorlar. Son çare olarak. Yoksa isterlerdi onlar da normal olabilsinler.

No comments: