Saturday, April 25, 2009

Medenileşmek

Şunu bir arkadaşıma yazdım, hoşuma gitti buraya da koyuyorum:

...

Davranışlarımızın biyolojik sebepleri konusunda bir süredir düşünüyorum. Yakın zamanda Altın Defter kitabında bir bölüm okudum. Bir grup ilkbaharda kırlık bir yere gidiyorlar ve bir sürü çekirgeyle kelebek görüyorlar. Bir çoğalma, yenilip yutulup azalma, sonra yeniden çoğalma, böylelikle türünü devam ettirme şeklinde sürüp giden bir döngü. Sonra şöyle bir konuşma geçiyor, alıntılayım:

"This country (Güney Afrika'dan bahsediyorlar, 2. Dünya Savaşı sırasında) is larger than Spain. It contains one and a half million blacks, if one may mention them at all, and one hundred thousand whites. That, in itself, is a thought which demands two minutes' silence. And what do we see? One might imagine - one would have every excuse for imagining, despite what you say, Comrade Willi, that this insignificant handful of sand on the beaches of time -not bad, that image?- unoriginal, but always apt - this million-and-a-little-over-a-half people exist in this pretty piece of God's earth solely in order to make each other miserable..." Here Willi picked up his book again and applied his attention to it. "Comrade Willi, let your eyes follow the print but let the ears of your soul listen. For the facts are - the facts - that there's enough food here for everyone! -enough materials for houses for everyone! - enough talent though admittedly so well hidden under bushels at the moment that nothing but the most generous eye could perceive it - enough talent, I say, to create light where now darkness exists."

"From which you deduce?" said Willi.

"I deduce nothing. I am being stuck by a new... it's a blinding light, nothing less..."

"But what you say is the truth about the whole world, not just this country," said Maryrose.

"Magnificent Maryrose! Yes. My eyes are being opened to - Comrade Willi, would you not say that there is some principle at work not yet admitted to our philosophy? Some principle of destruction?" (The Golden Notebook, Doris Lessing, pg. 378-379)

Bence bu bölüm sorunu çok iyi açıklıyor. Bir yanda aklımız, vicdanımız, doğru bildiklerimiz var. Diğer yanda ise içgüdülerimiz, isteklerimiz. Her yerde insanlar ölüyor, açlık, sefalet çekiyor, birbirleriyle savaşıyor, erkekler kadınları dövüyor, tecavüz ediyor. Doğal afetlerde insanların binlercesi bir anda kayboluyor. Bir tarafta da insanlar zenginlik içinde, kendi doğalarına ve doğaya hükmetmişler, dünyanın geri kalanını geri buluyor. AB vatandaşlarının Türkiye'yi nasıl gördüğü üzerine bir rapor üzerinde çalışırken şunu okumuştum: Medenileşmenin birinci göstergesi, erkeğin gücünü kontrol altında tutabilmesiymiş. Tamam, doğru. Ama medeni ve gelişmiş toplumların sorumluluğu burada bitiyor mu? Bence gerçekten medenileşmek, insanların, toplumların içlerindeki mücadele, elde etme ve diğerlerini yok etme güdüsünü kontrol altına alabilmesi, kendisinden kötü durumdakilere yardım edebilmesi, elindekileri paylaşabilmesiyle olur. O yüzden dünyadaki en gelişmiş toplumların bile medeni olduğunu söyleyemeyiz. (Sanırım bir zamanlar devrim düşleyenler gerçek bir medenileşme arzuluyorlardı. Şimdi kapitalizmin 'insan doğasına', hayatta kalma ve elde etme içgüdümüze en uygun düzen olduğunu söyleyenler de son cevabı vermiş olmanın rahatlığı içindeler.)

Ben senin bahsettiğin determinizme tam olarak katılmıyorum, katılmak istemiyorum. Eğer aklımız, bilincimiz varsa, bir toplum bilinci varsa, bunu kullanmak gerekir. İçimizdeki yok etme, başkalarının pahasına yükselme güdüsünü kontrol altına alabilmek... Mümkün olduğunca medeni ve adil bir yaşam sürmeye çalışmak... Anlamlı, insanların hayatını iyileştirecek, kolaylaştıracak bir şeyler yapmak, yaratmak. Günlük hayatımıza yükleyebileceğimiz bir anlam varsa da, bu yönde göstereceğimiz çaba olmalı. Ama bilmiyorum bu mümkün mü, yoksa hep bilardo topları gibi, vicdan azabı içinde yaşamak zorunda mı kalacağız. Kendimize rağmen istemediğimiz şeyleri yaparak.

No comments: